Elif, yaz tatilini geçirmek için ailesiyle köydeki evlerine gitmişti. İlk başta köyün sakin hayatı ona sıkıcı gelmişti, ancak bir akşam, sahilde yürüyüş yaparken hayatı değişti. Sahil boyunca yürürken karşısına bir genç çıktı; adı Mert'ti.
Mert, Elif’in tam önünden geçerken, gülümsedi ve "Merhaba," dedi. Elif hafifçe başını salladı, ama bir anda kalbi hızla çarpmaya başladı. Gözlerinde bir şeyler vardı, bir anlam, bir derinlik. Mert’le kısa bir sohbetin ardından, ikisi de kendilerini biraz daha yakın hissettiler.
Günler geçtikçe, sahilde birbirlerini daha fazla görmeye başladılar. Her buluşma, sohbetle, gülüşlerle ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadan geçen anlarla doluydu. Bir akşam, denizin tam kenarında, birbirlerine bakarak suskun kaldılar. Sonunda Mert, "Bunu söylemek istedim," dedi, "Sanırım seni seviyorum."
Elif, kalbinin hızla atmaya başladığını fark etti. Sadece gülümsedi, çünkü sözcükler bazen fazla gelir. Birbirlerine doğru adım attılar ve el ele tutuşarak güneşin batışını izlediler. O an, zaman durdu.
Elif ve Mert, o akşamdan sonra birbirlerine daha da yakınlaştılar. Her gün, sahilde ya da köyde yeni yerler keşfederken, aralarındaki bağ güçlendi. Her sohbetlerinde daha fazla şey paylaşıyor, birbirlerinin hayatlarını anlamaya çalışıyorlardı. Mert, Elif’in çocukken yaz tatillerinde ailesiyle birlikte köyde vakit geçirdiğini, doğayla iç içe büyüdüğünü öğrenmişti. Elif de Mert’in şehirdeki hayatının gürültüsünden uzak, burada, bu huzurlu köyde kendini bulduğunu öğrendi.
Bir akşam, gökyüzü turuncu ve pembe tonlara büründüğünde, Elif ve Mert bir ağaç gölgesine oturdular. Gözleri birbirine kenetlendiğinde, Elif, "Burada olmak... sanki dünyadan uzaklaşmış gibi hissediyorum," dedi, sesi yumuşacık.
Mert, Elif’in ellerini nazikçe tuttu. "Seninle burada, zamanın durduğu bir yerde olmak çok güzel," diye fısıldadı. "Bazen hayatın koşturmacasında, tek ihtiyacımız olan şey basitçe bir duraklamak."
O an, denizin hafif dalgaları kıyıya vururken, güneş yavaşça batmaya devam etti. Birbirlerine doğru eğildiler ve hafif bir öpücük paylaştılar. O an, hiçbir şeyin önemli olmadığı, sadece birbirlerinin yanında oldukları bir anıydı.
Günler geçtikçe, Elif ve Mert arasında hiçbir kelimeye gerek kalmadan anlaşılabilen bir dil oluştu. İkisi de birbirlerini anlamak için çok şey öğrenmişti. Mert, Elif’in en sevdiği şarkıları çalmaya başlamış, Elif de Mert’in çocukluk hayallerini dinlerken, her geçen gün ona daha fazla aşık olmuştu.
Bir sabah, Elif, köydeki eski bir taş köprünün üzerinden yürürken, Mert ona bir sürpriz yapacağını söyledi. “Gel, sana bir şey göstereceğim,” dedi. Elif, merakla Mert’in peşinden gitti. Taş köprüyü geçtikten sonra, onları ormanın içine götüren dar bir patikaya saptılar. Bir süre ilerledikten sonra, Mert, "İşte, burası," dedi.
Elif, etrafına bakarken gözleri şaşkınlıkla parladı. Önlerinde, ağaçlarla çevrilmiş bir alan vardı ve tam ortasında, bir tepeye yerleştirilmiş eski bir banka oturulmuştu. Banka, biraz yıpranmış, ama zarif bir şekilde ormanın kalbinde huzurlu bir yer oluşturmuştu.
“Burası, senin ve benim yerimiz olsun,” dedi Mert, Elif’in yanına otururken. “Burası, biz sadece ikimizin bildiği bir yer, burası bizim sırdaşımız.”
Elif, bankın kenarına oturup, Mert’in yanına yaslandı. O anda, iki gencin de ne kadar özel bir bağ kurduğunu daha da derinden hissettiler. Gözleri birbirine kilitlenmişken, gülümseyerek, “Burası harika,” dedi Elif. "Hep burada olacağız, değil mi?"
Mert, Elif’in elini tuttu. "Evet," dedi, "hep burada olacağız. Bu bizim anımız, bizim dünyamız."
O günden sonra, her yaz tatilinde bu köyde buluştular, taş köprüden geçip ormanın derinliklerine doğru yürüdüler. Bu gizli banka oturduklarında, zaman bir kez daha durmuş gibi hissediyorlardı. Her şey sadece birbirleriyle geçirdikleri anlarla anlam buluyordu.
Yaz tatili boyunca Elif ve Mert, ormanın derinliklerindeki gizli köşelerinde buluşarak, birbirlerine olan sevgilerini her geçen gün daha da derinleştirdiler. Her anı birlikte geçirdikleri bu huzurlu günler, onlara sadece birbirlerini tanımakla kalmayıp, hayatı nasıl paylaşacaklarına dair birçok şey öğretiyordu.
Bir gün, Elif’in tatili sona ermek üzereydi. Şehirdeki okullar açılacak ve ailesi geri dönmeye karar vermişti. Mert, Elif’in ayrılacağını öğrenince bir hayli üzülmüştü, fakat birlikte geçirdikleri zamanın hayatlarında ne kadar önemli bir yer tutacağını çok iyi biliyordu. Son sabah, sahil boyunca yürürlerken, Mert’in gözlerinde hafif bir hüzün vardı.
“Geri dönmek zor olacak,” dedi Mert, bir süre sessiz kaldıktan sonra. “Ama biliyorum ki, ne olursa olsun seninle her şeyin daha güzel olduğunu hatırlayacağım.”
Elif, Mert’in elini sıkıca tuttu. “Ben de seni unutmayacağım,” dedi, “Ve her yaz buluşmak için yeni yollar bulacağız. Belki bir gün, ikimiz de burada, bu köyde kalırız.”
O an, Mert’in yüzünde geniş bir gülümseme belirdi. “Belki de... Bir gün, burada çocuklarımızla birlikte yürürüz.”
Elif şaşkın bir şekilde Mert’e bakarak, “Ne demek istiyorsun?” diye sordu.
Mert gözlerini ona sevgiyle dolu bir şekilde bakarak, “Hayat bize birlikte büyümeyi ve yeni anılar biriktirmeyi vaat ediyor, değil mi?” dedi. “Belki bir gün, burada, bu sahilde bizim gibi gençler de birbirlerine aşkla bakacak.”
İkisi de derin bir nefes aldı ve güneşin doğmasına birkaç dakika kala, birbirlerine son kez bakıp gülümsediler. O an, gelecek yıllarda birlikte geçirecekleri tüm yazları, paylaşacakları hayalleri ve kuracakları hayatı hayal ettiler.
Ve yıllar sonra, Elif ve Mert geri döndüklerinde, birbirlerini hiç unutmadılar. Geri geldikleri ilk yazda, bir araya gelip taş köprüde yürüyüş yapıp, ormanın derinliklerindeki bankta oturdular. Bu kez, çocuklarının ellerinden tutarak. O çocuklar, büyüdüklerinde, tıpkı anneleri ve babaları gibi, ormanın her köşesini keşfedecek, gizli sırlarını paylaşacaklardı.
O bank, o gizli köşe, bir nesilden diğerine aktarılan bir sevda hikayesinin başlangıcıydı.
